Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
blank
İsmail Şefik AYDIN

ATATÜRK’ÜN BALKAN VE SADABAT PAKTLARI (I)

Caferî vatandaşlarımızın lideri, sayın Selâhattin Özgündüz, Ulusal Kanal’daki bir programda, “emperyalizmin bölgemizde yarattığı kaostan kurtulabilmemiz için, başta Türkiye olmak üzere, bölge devletlerinin, büyük Atatürk’ün 1930’larda kurduğu Sadabat Paktı gibi bir Pakt’ta birleşmelerinin zorunlu olduklarını dile getirmesini” takdirle karşıladık. Acı bir gerçektir ki, aydınlarımızın ve siyasetçilerimizin büyük bir çoğunluğu, Sadabat Paktı’ndan haberdar bile değildir. Vatan Partisi dışında, bu çok önemli paktın kimsenin umurunda bile olmaması gerçekten çok hazin. Fakat ülkemizin tarihinden bîhaber olanlar ülkenin geleceği hakkında değerlendirmeler yapmaktan da geri durmuyorlar! Hâlbuki, bir ülkenin geleceği konusunda ortaya bir fikir koyabilmek için önce o ülkenin tarihini çok iyi bilmek gerekir.
Osmanlı’nın son döneminde yetişen, Mecelle’nin yazarı büyük devlet adamlarından Ahmet Cevdet Paşa’nın, tarihin önemi konusundaki şu sözünü hatırlatmak isteriz: “Siyaset işlerinde maharet ancak tecrübe ile olur. Her şeyi tecrübe etmeye insan ömrü yeterli ve bir asrın tecrübesi kâfi değildir. Arif olanlar, her şeyi nefsinde tecrübeye kalkışmayarak, içi ibret, nasihat ve tecrübelerle dolu olan tarih okurlar!”
Atatürk’ün, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü dış siyasetimizin temel ilkesidir. Fakat bu söz pasif bir siyaseti öngörmez; günümüzde olduğu gibi, “Aman Orta Doğu bataklığına bulaşmayalım!” gibi akıl dışı bir anlayışı aslâ benimsemez. Aksine, Atatürk sulhun korunması için, Osmanlı’nın yüzyıllarca hâkim olduğu bölgelerde kurulan devletlerle, karşılıklı saygıya ve güvene dayanan yakın ilişkilerin geliştirilmesi anlayışını benimsemiştir. Bu anlayış, günümüzde, emperyalizmin bir kurgusu olan “Yeni Osmanlıcılık” siyaseti ile karıştırılmamalıdır.
Atatürk, bu anlayış çerçevesinde, ilk olarak BALKAN PAKTI’nı gerçekleştirmiştir.
Atatürk’ün değişmez Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a göre, Rusya daha 1926 yılında, Yugoslavya dostluğuna dayalı bir Balkan politikasını teşvik etmiştir. Ne var ki, 1934 Şubatında Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya arasında, Balkan Paktı Atina’da imzalanacağı sırada Rusya, ‘İtalya’nın da etkisiyle’ bu Pakt’tan kuşkulanır ve tavır alır. Rusya ile 1925 yılında yapılan antlaşmaya göre, “iki devletten birinin; başka devletle bir antlaşma yapabilmesi için diğer devletin onay vermesi” gerekmektedir!
Durumdan haberdar olan Atatürk, Tevfik Rüştü’yü derhâl Ankara’ya çağırır. Rusya’nın bu itirazının nasıl giderildiğini Avcıoğlu şöyle anlatıyor: “Yüksek ateşle yatmakta olan Sovyet Büyükelçisi Suriç, hasta hâline rağmen Çankaya Köşkü’ne davet edilir. Köşk’te bir yandan Büyükelçinin istirahat ve tedavisine özen gösterilirken, öte yandan memleketiyle haberleşebilmesi için telsiz dahil, bütün telgraf hatları emrine verilir. Onun aracılığı ile, Rus yöneticilerine, hazırlanan paktın ne olduğu ve amaçları ha-kkında açıklamalarda bulunulur ve 24 saatten fazla süren görüşmeden sonra sorun çözülür. Pakt’ın metnine, Rusya’-nın kaygısını giderecek kayıtlar konulmasında anlaşmaya varılır ve hazırlanan tarihî belge 9 Şubat 1934 günü imza-lanır” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1440).
Avcıoğlu, Atatürk Türkiye’sinin aktif dış siyaseti hakkında bize şu değerli bilgileri veriyor: “Bulgaristan pakta girmez fakat Türkiye’nin çabalarıyla, Montrö Boğazlar Konferansı’nda ve Akdeniz’deki korsan gemilerle olan mücadeleyi öngören Nyon Konferansı’nda Balkan Devletleri ile işbirliği yapar. Bulgaristan’ın silâhlanmasına getirilen sınırlama-ların kaldırılması için öteki Balkan devletlerinin rızasını elde etmekte Türkiye önemli rol oynar. Türkiye, Balkan Devletleri arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesinin yanı sıra, bu devletlerin öteki komşularıyla, özellikle Sovyetler Birliği ile iyi komşuluk ilişkileri kurmalarına büyük önem verir. Örneğin ne Türkiye, ne de Sovyetler Birliği tarafından Romanya’nın Basarabya’yı ilhakı tanınmadığı hâlde, Rusya ve Romanya arasındaki kötü ilişkiler, Türkiye’nin aracılığıyla düzeltilir” (Avcıoğlu, age.s. 1440)!
Cihat Baban’ın, Kıbrıs meselesi sebebiyle yapılan bir toplantıda, “Kıbrıs’ın bir müşterek anlaşma zemini olması meselesini nasıl görüyorsunuz?” sorusuna Venizelos şu çok anlamlı cevabı verir ki, Balkan Paktı ile nelerin amaçlandığını göstermesi bakımından anlamlıdır: “Bakın, bir Balkan Paktı kurmadık mı? Bir gün Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya arasında vizelerin kalkmasını, pasaportların ilgasını, gümrüklerin yok olmasını düşünmüyor muyduk? Hani, üç memleketin bir de danışma parlamentosu olacaktı? Bu pakt bütün Balkan milletlerine açık olacaktı ya! İkinci Dünya Harbi, rejim ayrılıkları bu projeleri hep hayalhanesine naklettirdi” (Cihat Baban, “Politika Galerisi”, s. 219).
İkinci Dünya Harbi yaklaşırken, saldırgan bir tavır içinde olan İtalya’nın, Arnavutluk’u işgal edebileceği düşüncesiyle, Arnavutluk’un da Balkan Paktı’na dahil edilmesi için Türkiye çalışmalar başlatır. Türkiye’nin teşvikiyle, Arnavutluk, Balkan Paktı’na kabulü için başvurur. Yunanistan sonradan pahalıya ödeyeceği bir aymazlıkla, Arnavutluk’la aralarındaki okul sorunu anlaşmazlığı yüzünden, Arnavutluk’un Pakt’a kabulünün bir yıl ertelenmesini ister. Bir yıl sonra anlaşmaya varılır fakat geç kalınmış olacaktır” (Avcıoğlu, age. s.1466).
Bu ihmal faşist İtalya’nın, 1939 baharında Arnavutluk’u işgal etmesini teşvik etmiştir. Tevfik Rüştü Aras, bu işgalin önlenebileceği görüşündedir ve şu değerlendirmeyi yapar: “İtalya, Arnavutluk’u işgalini, ‘Arnavutluk’ta anarşi olduğu’ gerekçesine dayandırmıştı! Arnavutluk’ta anarşi, Balkanları da ilgilendirirdi. İtalya’nın bu kararı öğrenildiğinde hemen bir Yugoslav Tümeni Arnavutluk’a gönderilebilirdi!” Londra Büyükelçisi olan Aras bunu sağlamak için Paris’teki Yugoslav Büyükelçisini arar. Elçi de bu fikre yanaşır fakat Aras’ın bu girişimini İtalya öğrenir ve Ankara Büyükelçisi Türk Dışişleri Bakanı Saraçoğlu’na giderek, Aras’ın İtalya’ya karşı Haçlı Seferi hazırladığını söyler. Saraçoğlu “Türkiye’nin dış politikasını artık Tevfik Rüştü Aras yönetmiyor, ben ona yazarım, böyle şeylerle meşgul olmaz” der! Bu garantiyi alan İtalya Büyükelçisi, Saraçoğlu’nun yanından teşekkür ederek ayrılır!
Ne yazık ki, Türkiye Atatürk’ün ölümünden sonra, tarafsızlık siyasetini terk ederek, İngiltere ve Fransa ile 19 Ekim 1939’da bir ittifak antlaşması imzalayacaktır! Hem de, 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgali ve akabinde; 3 Eylül 1939’da, İngiltere ve Fransa’nın Almanya’ya Harp ilân etmelerine rağmen! Bu ittifakı takip eden süreçte Balkan Paktı da işlevini kaybedecektir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

12345678